21 Kasım 2007 Çarşamba

27 Mayıs 1960 Darbesi

27 MAYIS 1960 DARBESİ
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Demokrat Parti hükûmetini görevden uzatlaştırıp, Meclis'i lağvettiği askeri müdahale.
Silahlı Kuvvetler adına ülke yönetimini Milli Birlik Komitesi üstlendi. Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Milli Birlik Komitesi ilk iş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ve hükümeti fesh etti ve her türlü siyasi faaliyeti yasakladı.
Emir komuta zinciri içinde yapılmayan ve küçük rütbeli subayların etkin olduğu 27 Mayıs 1960 Darbesi ardından başlatılan Yassıada Yargılamalarında, başbakan Adnan Menderes, maliye bakanı Hasan Polatkan ve dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama mahkûm edildiler ve Marmara Denizi'ndeki İmralı Adası'nda asılarak idam edildiler. Yassıada duruşmalarında çok sayıda hapis cezası da verildi.
Darbelerle anılan Türkiye tarihinin yakın dönemine damgasını vuran 27 Mayıs 1960 müdahalesini hazırlayan koşullar Demokrat Parti’nin (DP) 1950 yılında tek parti sultasını alaşağı edip iktidara gelmesiyle başladı. 14 Mayıs 1950’deki genel seçimler, Türk siyasal tarihinde “Ak Devrim” olarak nitelenmişti. DP’nin iktidarı on yıl sürdü. 27 Mayıs darbesini hazırlayan koşulları genel bir çerçeve içerisinde gözden geçirmek gerekir. DP iktidarının son günlerinde her zamandan daha çok ihtiyaç duyduğu dış kredileri kendisine vermemekte kararlı davranan ABD ve öteki Batılı devletler, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in sermaye açığını kapatmak üzere Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek istediği ve SSCB’ye bir ziyaret planladığını açıkladığı sırada desteklerini kesini olarak DP’den çekmişlerdi. 1950-60 yıllarında Türkiye gibi başlıca avantajı tarımsal ürünlerin üretim ve ihracı ile askeri güç sağlamak olan ve bunun karşılığında döviz ve kredi elde ederek dünya pazarına bağlanan ülkelerin karşısına, dünya kapitalist sistemi, hesaplı ve planlı kalkınma modeli koydu. DP’nin popülist politikaları ise herhangi bir hesaba dayanmaksızın yalnızca antikomünist bir kale olma karşılığında Batı’dan durmaksızın kredi akacağı varsayımına dayanıyordu. 1950-60 yılları arasında DP’nin ekonomik politikaları sayesinde sermaye birikim sürecinin ilk evresini tamamlayan büyük sanayi burjuvazisi, kaynakların popülist politikalarla israfına karşı “ithal ikameciliğe” dayanan bu uluslar arası stratejiye yaklaşmıştı. SSCB ve ABD arasında soğuk savaş döneminin kapanmakta oluşu ise antikomünizmin karşılığında ABD yardımı ilişkisini giderek DP iktidarı için daha az elverişli bir hale getirmiştir. Böylelikle ABD, önce Küba ve sonra Kore’de kendisinin iş başına getirdiği polis rejimlerinin sistem içinde kalacağı düşüncesine dayalı siyaseti uygulamaya soktu. Böylece büyük burjuvazinin toplumun ve devletin yeniden düzenlenmesi istekleriyle, dünya kapitalizminin bağımlı ülkeler için yeni seçenekler arayışının örtüştüğü bir anda, DP iktidarının çöküşünün olduğu kadar 27 Mayıs’ın sistem içindeki çıkışının da sınırları belirlenmişti. 27 Mayıs’ın iktidardan indirdiği ve itibarlarını kırdığı DP’nin siyasal yandaşlarının gerek 27 Mayısçılarının kişiliklerine, gerek onu desteklemiş solla ilişkilendirerek 27 Mayıs’ın sistem içindeki çıkışının da sınırları belirlenmişti. 27 Mayıs’ın iktidardan indirdiği ve itibarlarını kırdığı DP’nin siyasal yandaşlarının gerek 27 Mayısçıların kişiliklerine, gerek onu desteklemiş solla ilişkilendirerek 27 Mayıs’a yönelttiği “komünistlik” suçlamaları ve sürekli gündemde tuttuğu parlamenter meşruiyet tartışması, 27 Mayıs kadrolarını solla özdeşleştiren yanıltıcı bir iz bıraktı. Darbenin onu yapanlarca bir “devrim” olarak değerlendirilmesi ve MBK üyelerinin bir bölümünün darbe sonrasında sola yönelmeleri de bu izlenimi pekiştirdi. Oysa 27 Mayıs’ı gerçekleştiren ve yürüten MBK’nin siyasal hayata müdahale düşüncesinin ve örgütlenmesinin kökeninde, 1946 seçimleri sonrasında CHP iktidarına son vermek üzere hazırlıklara girişmiş bir örgütlenme çekirdeği vardır. Açık ay, gizli sayımla, hile ve baskıyla elde edilen ve meşruiyetine pek az kimsenin inandığı 1946 seçim sonuçlarının CHP’yi yeniden iktidara getirmesi, Türkiye’nin ilerleyebilmesinin Batı ile bütünleşmesinden geçtiğine, bunun da çoğulcu bir parlamenter rejim içinde gerçekleşebileceğine inanan kamuoyunda ve orduda derin tepkiler yarattı. Seçimlerden bir ay sonra İstanbul’da Harp Akademileri ve Ankara’da Genelkurmay’da daha sonra adları ordu-siyaset ilişkileri bağlamında sıkça anılacak olan Şefik Erensü, Memduh Tağmaç, Cevdet Sunay, Cemal Tural gibi etkili orta kademe kurmaylar arasında bir “darbe”nin gerekliliği fikri güç kazanmaya başladı. Ordu çevrelerinde iktidara zorla el koymak anlamında kullanılan bu “darbe”nin amacı, Batı örneğinde bir parlamenter rejim kurmaktan öteye geçmiyordu. Ancak, bu “darbeci” çekirdeğin ordu hiyerarşisinin bütünü karşısında meşruiyetini sağlamak üzere kendisine çağrı yapılan Korgeneral Fahri Belen ve Kurmay Albay Seyfi Kurtbek ordudan istifa ederek 1950 seçimlerinde DP’den milletvekili oldular. Öteki etmenlerin yanı sıra bu ve benzeri açık, örtük girişimlerde sağlanan ordu-DP ittifakı imajı da seçimlerin DP tarafından kazanılması ve bürokrasiden gelen direnişin kırılması üzerinde etkili oldu

27 Mayıs 1960 darbesi çelişkili bir görünüme sahip
27 Mayıs 1960 sabahı saat 5.25’de, 38 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi radyodan iktidarı devraldığını duyurdu. Bu duyuruyu subayların en radikallerinden biri olan Kurmay Albay Alparslan Türkeş yapıyordu.
Türkeş, 1940’larda Nazilere sempati duyduğu için tutuklanmıştı. İleriki yıllarda faşist MHP’nin lideri olarak binlerce insanın öldürülmesinden sorumlu olacaktı.
Ancak 1960 darbesinin önemli sonuçlarından birisi, Türkiye tarihinde ilk kez işçilere grev ve toplu sözleşme hakkı veren bir Anayasa’nın kabul edilmesiydi. İlk kez gerçekte reformist de olsa sosyalist olduğunu açıkça ifade eden bir parti, TİP, seçimlere katıldı ve Mecliste 15 sandalye kazandı. Bu durum Türkiye siyasetinin sola kaydığını gösteriyordu.
Örgütleyenlerinin içinde bir faşistin de olduğu darbe nasıl oldu da sola kayışa yolaçtı? Solun bazı kesimleri tarafından o zamandan bu zamana ikna edici bulunan yanıt ordunun “ilerici”, “anti-emperyalist” ve “ anti-tekelci” olduğuydu. 28 Şubat 1997’den buyana ordu bir kere daha siyasete açıkça müdahale ediyor. Ordunun bir kere daha bizleri “ortaçağ karanlığına götürmek isteyen” islamcı harekete karşı ilerici bir rol oynadığı iddiası ortaya atılıyor. 60 darbesinin nedenlerini ve koşullarını öğrenmek bugün yapılan tartışmalara önemli bir katkıda bulunacaktır.
Darbe Öncesi
Menderes’in Demokrat Parti hükümeti 1950’de yapılan Türkiye’nin ilk çok partili gerçek genel seçimi ile iktidara geldi. Tek partili CHP rejiminin baskılarına ve tarımdaki ağır vergilendirme politikasına karşı duyulan tepki sonucu seçilen Menderes hükümeti özellikle tarımdaki kapitalistlere ekonomik özgürlük getirirken vaadettiği politik özgürlükleri gerçekleştirmedi. Menderes seçim kampanyasında vaadettiği grev hakkını unuttu. 1950’lerin başında patronlar zenginleşip ekonomi yılda ortalama %13 büyürken işçi ücretlerinde önemli bir artış gerçekleşmedi (ILO rakamlarına göre 1956-59 arasında sanayideki gerçek ücretler %0,5 arttı).
Enflasyon Orta Sınıfları Vurdu
Toplumun başka bir kesimi daha da kötü durumdaydı. 1950’lerin sonunda enflasyon yükselirken maaşları sabit olan devlet memurları ve küçük subayların durumu hızla kötüleşiyordu. 1956’da %12,8 olan enflasyon 1959’da %25’e çıktı. İMF’nin 1958 istikrar programı ve Lira’nın değer kaybetmesi kıtlıklara ve kentlerde işsizliğin artmasına neden oldu. Devlet sektöründe güvenlikli iş olanaklarının azaldığını gören öğrenciler ve aydınlar arasında huzursuzluk arttı. Menderes hükümeti baskıyı arttırarak durumu kontrol etmeye çalıştı. 28-29 Nisan 1960’taki öğrenci gösterilerinde, askerler ateş açarak beş öğrenciyi öldürdüler.
Ordu’da ve Üniversitelerde Huzursuzluk
Küçük rütbeli askerler 1950’lerin ortasından beri hükümete karşı propaganda yapıyorlardı.Ordudaki huzursuzluk DP henüz iktidara gelmeden önce İnönü zamanında başlamış hatta bazı küçük rütbeli subaylar 1950’de DP’den aday olmuşlar ancak kısa süre içinde DP ile ilgili hayalleri yıkılmıştı. 2 milyar dolarlık ABD askeri yardımı küçük rütbeli Türk subayları ile Nato’daki daha iyi ücretler alan yabancı askerler arasındaki iletişimi yoğunlaştırarak ordudaki hoşnutsuzluğu besledi. İlk darbe girişimi Aralık 1957’de dokuz subayın tutuklanması ile sonuçlandı. Ordudaki hoşnutsuzluğun çapı Milli Birlik Komitesinin üye sayısından da görülebilmekte. Hükümete karşı propaganda yapan bütün klikleri temsil edebilmek için MBK’nın 38 üyesi vardı.
“Limonatacılar”
O dönemde ordu içindeki hoşnutsuzluk daha sonra Batı’lı bir gazeteciyle yaptığı söyleşi de Alparslan Türkeş tarafından ifade edilmişti. Türkeş Ankara’da bodrum katlarına “subay evleri” denilmesinden yakınıyordu. “Eğlence yerlerinde karaborsacıların içtiği pahalı içeceklerden alamadığımız için bize limonatacılar deniliyordu. Bu ulusun fedakar çocuklarına böyle adlar takılmıştı” diyor.
Aksayan Sürekli Devrim
Bu dönemde dünyada bir dizi devrimci hareketler ortaya çıkmış, Tony Cliff 1949 Çin ve 1959 Küba devrimleri sonrasında Troçki’nin sürekli devrim teorisinin nasıl aksadığını yazmıştı. Bu hareketler aydınlar, öğrenciler, alt düzey devlet görevlileri ve subaylar gibi sosyal tabakalar içinde örgütleniyorlardı. Cliff, işçi sınıfının zayıf olduğu koşullarda bu tabakanın anti sömürgeci mücadelenin liderliğini üstlenebildiğini ve bunun da Çin ve Küba’da olduğu gibi devlet kapitalisti rejimlere yolaçtığını söylüyordu. Başka yerlerde, emperyalizmin zayıflığı ve Stalinist komünist partilerin Moskova tarafından frenlenmesi sonucunda Hindistan’da, Mısır’da, Cezayir ve Gana’da olduğu gibi devletçi rejimlerin daha az saf biçimleri ortaya çıkmıştı. Cliff’in bu listesine Kasım ve Albay Arif’in Irak monarşisine karşı 14 Temmuz 1958 darbesini veya Kaddafi’nin 1 Eylül 1969’da İngiliz güdümlü Libya kralı İdris’e karşı yaptığı darbeyi ekleyebiliriz.
Cliff’in bu ayaklanmaların liderliğini yapan tabaka hakkında 1963’te yaptığı analiz şöyle:
Devrimci aydınlar katmanı bugünün yeni doğan uluslarında Çarlık Rusya’sında olduğundan çok daha önemli bir rol oynadı... Toplumda kesin ve net bir rolü olmayan tek kesim olan entelijensiya ‘profesyonel devrimci bir elit’ üretmeye en uygun kesimdir ve görünüşte farklı sınıf ve kesimlerin çelişen çıkarlarına alternatif olarak ‘ulusun’ çıkarlarını temsil eder. Ayrıca bu kesim işçilerin ve köylülerin eğitim, zaman vb olanaksızlıkları nedeniyle ulusal kültürü en fazla özümsemiş kesimdir.
Entelijensiya kendi ülkesinin teknolojik olarak geri kalmasına karşı da hassastır. Yirminci yüzyılın teknolojik ve bilimsel dünyasının parçasıdır ancak bu geri kalmışlık nedeniyle engellenmiş hissetmektedir. Bu duygular bu tür ülkelerdeki kronik entellektüel işsizlik tarafından da beslenmektedir. Genel ekonomik gerilik göz önüne alınırsa çoğu öğrenci için tek umut devlet sektöründe bir işe girmektir ama yeterince iş yoktur.
Entellektüellerin manevi dünyası da krizdedir. Geleneksel modellerin dağıldığı parçalanıp dökülen bir düzende güvensiz, köksüz ve sağlam değerlerden yoksun hissederler.
Çözülen kültürler yeni bir entegrasyon için güçlü bir ihtiyaç yaratır. Toplumsal ve manevi boşluğu doldurabilmek için bu entegrasyon bütünsel dinamik olmak, dinsel tepkileri militan milliyetçilikle birleştirmek zorundadır.
Bu kesim, toplumsal örgütlenme de dahil her alanda verimliliğin ateşli savunucularıdır. Yukarıdan reform umarlar ve kendi gücünün bilincine varmış insanların özgürleştirici mücadelelerinin yeni bir dünya yaratmasını görmektense yeni bir dünyayı insanların eline hazır vermeye bayılırlar. Ulusu durgunluktan çıkaracak önlemlere büyük önem verirken demokrasiye fazla aldırmazlar. Sanayileşme, sermaye birikimi ve ulusal diriliş itkileri onlarda vücut bulur. Onların gücü diğer sınıfların zayıflığı ve kendi politik boşlukları ile doğru orantılıdır.
Bütün bunlar totaliter devlet kapitalizmini entellektüeller için çok çekici bir alternatif haline getirir.
Cliff’in yazdıkları 27 Mayıs Darbesini destekleyenlerin sosyal taban ve fikirlerine uygun bir tarif veriyor. 1960’ın Türkiye’si sömürge veya yarı sömürge değildi. Ayrıca 1960 darbesi bir devrim olarak da nitelenemez. Ancak “ilerici” rengini ve 1961 Anayasası ile elde edilen kazanımları sosyal tabanının bu karakterine borçludur. Türkiye’deki kapitalist sınıf, Cliff’in sözünü ettiği sömürge ve yarı sömürgelerdekinden daha güçlüydü. Dolayısıyla Alparslan Türkeş ve grubunun otoriter devletçi fikirlerinin kazanması olanaksızdı. Vehbi Koç gibi büyük kapitalistler güçlü ve politikada etkindiler. Koç, 1957 seçimlerinde hem muhalefetteki CHP’yi hem de Menderes DP’sini finanse etti. Cliff’in analiz ettiği türden devlet kapitalist veya yarı devlet kapitalist bir rejim yaratmaya ne ihtiyaç ne de yeterli bir taban vardı.
1960’da Ne Oldu?
27 Mayıs 1960 bir devrim değildi. 1960’tan sonraki seçim sonuçları kır nüfusunun eski rejimin devamı olan partileri desteklemeye devam ettiğini gösterdi. Sermaye sahiplerinde bir değişiklik olmadı, sömürü modeli de değişmedi. Darbe kent aydınlarından destek alsa da geniş bir sosyal tabana sahip değildi. Milli Birlik Komitesine başkanlık etmek üzere bir general (Cemal Gürsel) bulmak zorunda kalmaları bu nedenledir. Türkeş ve çevresindeki 13 subay Nasır Mısır’ına benzer radikal bir değişim istiyorlardı. Gürsel ve MBK’deki diğer dört general Türk kapitalistlerinin çıkarlarına daha yakındı. 13 Kasım 1960’ta Türkeş’le beraber bu 13 kişi MBK’den uzaklaştırıldı ve sürgün edildi. Generaller ordunun hiyerarşik yapısını güçlendirmek ve aşağıdan gelen darbe girişimlerinin önünü kesmek için Silahlı Kuvvetler Birliği’ni kurdular.
CHP, Grev ve Toplu sözleşme
Generaller yeni anayasayı hazırlatmak için üniversitelerdeki destekçilerine döndüler. Bunların çoğu CHP’liydi. Kurucu meclisin 272 üyesinin 49’u doğrudan CHP’yi temsil ederken diğer 125’i de aslında CHP destekçisiydi. Darbeyi desteklemiş olan katmanın sivil kesiminden güç alan CHP, giderek daha fazla oy için hızla büyümekte olan işçi sınıfına yöneliyordu. 1960’ta Türkiye’de bir milyon sanayi işçisi vardı. Bu rakam 1950’dekinin iki katıydı. Yeni anayasa işçilere haklar verdi ancak bu haklar, 15 Temmuz 1963’te TBMM’nin Toplu Sözleşme Grev ve Lokavt yasasını kabul etmesini zorunlu kılan, 31 Aralık 1961’de 200 bin işçinin İstanbul’daki gösterisi dahil olmak üzere 1961, 62 ve 63’teki 176 işçi eylemi olmasa bir anlam ifade etmeyecekti. Bu mücadele yasaya 28 Ocak-4 Mart 1963 arasındaki yasadışı Kavel grevine katılan işçilerin cezalarını iptal eden özel bir madde eklenmesini zorunlu kıldı.
MGK ve OYAK
1960 rejimi “ileri” olmaktan uzak birçok başka değişiklik de getirdi. Subay maaşları büyük ölçüde arttırıldı ve OYAK’a verilmek üzere yüzde 10’una el konulmaya başlandı. OYAK şu anda Türkiye’nin üçüncü büyük holdingi. Böylece ordu tıpkı “komünist” Çin’de olduğu gibi kendi adına bir kapitalist kuruma dönüştü. Orduya kalıcı, anayasal bir rol verildi ve MGK oluşturuldu.
Ordu 1971 muhtırası ile tekrar müdahale ettiğinde amaç, 15-16 Haziran 1970’de sokaklara dökülen işçi hareketini bastırmak ve solu ezmekti.
Ordu, kapitalist sınıfla doğrudan çıkar bağları olan hiyerarşik bir kurum. OYAK-Renault işçileri geçen haftalarda olduğu gibi önerilen ücret artışını protesto ettiğinde ordunun tarafsız kalması mümkün değil. Çünkü fabrikanın sahibi ordu!
Stalinizm ve devletçilik
1960’da subayların bir kesimi, ulusalcı bir siyasi hareketin parçasıydılar. “İlerici” ve “işçi sınıfından yana” değillerdi. Türk kapitalizmini, kendilerine daha fazla rol düşecek olan farklı bir yoldan geliştirmek istiyorlardı. Stalinist bloğun varlığı nedeniyle, devlet kontrolünün “sol” ile özdeşleştirildiği bir dünyada 1960 darbesi haketmediği halde kırmızı bir ton kazandı.
27 Mayıs darbesi, Nasır darbesinin veya Kasım ve Arif’in Irak’ta önderlik ettiği ayaklanmanın soluk bir yansımasıydı. Darbenin ardından işçilerin elde ettiği kazanımlar büyük ölçüde işçilerin kendi mücadelerinin ürünüydü. 1971 ve 1980’deki kayıplarında 1960 darbesinin yarattığı orduya ilişkin illüzyonlar küçük de olsa rol oynadı.
Ordu “ilerici” değil
Ordu “ilerici” bir rol oynayamaz. İşçi sınıfının dostu değil, doğal düşmanıdır. Orduyu, “emperyalizme karşı” işçilerin müttefiki olarak gören sol milliyetçilik (ulusalcılık) ve sağ milliyetçilik, işçi örgütlerini ezen ve ücretleri düşüren 1971 ve 80 darbeleri karşısında işçileri silahsızlandırdı.
Bugün ordu ironik bir biçimde, 1960 darbesine radikal tonunu verenlerle aynı sosyal tabakadan gelen ve benzer hoşnutsuzluklara sahip kadrolardan oluşan islami harekete karşı kampanya yapıyor.

Hiç yorum yok: